Ne kadar uzun zaman olduysa artık yazmayalı. Baya bir oldu herhalde, değil mi blog. Öyle hiç gelmezdim de bugün neden geldim acaba? Muhtemelen yapılacak bir ton iş olduğundan ama zaman olmadığındandır. Kalan küçük zamanımı da hiç bitmeyecek bir şeye harcamak istemedim sanırım.
Seni açalı neredeyse iki yıl falan oldu. Yazmamdaki olgunluğu da fark etmişsindir herhalde. Evet, bence de ettin. Çok büyüdüm de ben birazcık.
Ay, of. Sanırım şu ana kadarki yayınladığım küçük düşünce parçalarımdan en gereksizi oldu bu. Okuduysanız eğer, takipçilerimden biri, zaman kaybı için çok özür diliyorum.
Bay-bay.
Üç Vakte Kadar Dört.
Helva. Helvaa. Helvaaa.
Akraba Ziyareti
Yani, başlıktan da anlaşılacağı gibi yazı akraba ziyareti hakkında blogcuğum. Severim aslında akraba. İyidir. Zaten az görülen torunlardan olduğum için değerim daha fazla. (*_*) Diğer az görülen de kardeşim olmakta.
Böyle bir de söylemesi ayıp, hanım hanımcık bir kız olmuşumdur ben hep. Sessiz, sakin. Bıraksan oturduğu yerde bütün gün kalabilenlerden. Çocukken de böyleymişim. O yüzden seviyor olsalar gerek beni.
Kardeşimle yaşıt üç tane de kuzenim var. (4. sınıfa geçtiler işte. Yaşları kaç oluyor?) Bu dört kardeş eder. Eder, çünkü beni kendi ablaları gibi seviyorlar. Neden diye sorarım hep. Hala nedenini anlayamadım.
Bir kere sessizim ben. Çocuklar böyle eğlenceli tipleri sevmez mi? Herhalde karşılarına oturtup başlarından geçenleri anlatabilecekleri tek kişi benim. Anlamış bulundum, benden başka kimse dinlemiyor. Benim dinlemem de ayrı bir mevzu zaten. Teyzem onlara adeta onları aşağılayarak baktığımı iddia ediyor. Ama yok öyle bir amacım. Sanırım bu aşağıdaki maddeyle ilgili.
||
||
Sonra bir de bakışlarım var. Gözlerimi kısa kısa bakmamın nedeni gözlüğü takmamakta inat ediyor olmam ama insanlar yanlış anlıyorlar.
Başkaa, ben bir de çok tembelim. Şunu yapalım mı, bunu yapalım mı sorusuna cevabım her zaman aynıdır. Hayır.
Böyle bir de söylemesi ayıp, hanım hanımcık bir kız olmuşumdur ben hep. Sessiz, sakin. Bıraksan oturduğu yerde bütün gün kalabilenlerden. Çocukken de böyleymişim. O yüzden seviyor olsalar gerek beni.
Kardeşimle yaşıt üç tane de kuzenim var. (4. sınıfa geçtiler işte. Yaşları kaç oluyor?) Bu dört kardeş eder. Eder, çünkü beni kendi ablaları gibi seviyorlar. Neden diye sorarım hep. Hala nedenini anlayamadım.
Bir kere sessizim ben. Çocuklar böyle eğlenceli tipleri sevmez mi? Herhalde karşılarına oturtup başlarından geçenleri anlatabilecekleri tek kişi benim. Anlamış bulundum, benden başka kimse dinlemiyor. Benim dinlemem de ayrı bir mevzu zaten. Teyzem onlara adeta onları aşağılayarak baktığımı iddia ediyor. Ama yok öyle bir amacım. Sanırım bu aşağıdaki maddeyle ilgili.
||
||
Sonra bir de bakışlarım var. Gözlerimi kısa kısa bakmamın nedeni gözlüğü takmamakta inat ediyor olmam ama insanlar yanlış anlıyorlar.
Başkaa, ben bir de çok tembelim. Şunu yapalım mı, bunu yapalım mı sorusuna cevabım her zaman aynıdır. Hayır.
Yine de severler beni yani. Esra'cığım - zaten ufacıktır - kucağımdan inmez. Melih'le Melike'nin - ikizler onlar - biri bir elimi öteki öbür elimi bırakmaz.
Bir de Mert var. Öz kardeşceğizim. O da kıskanır. :D Hoşuma gitmiyor değil. Ama gelip o da yanıma oturmak yerine genellikle çocukları yanımdan uzaklaştırma metodunu seçiyor. Eh, bu da bazen hoşuma gitmiyor değil.
Seda var bir de. Esra'nın ablası. Benden bir yaş küçük ama boyumu geçti. Ben artık enine boyuna büyüyormuşum. Hiç de bile.
Uzuyorum ki ben.
Sonuç olarak yine evdeyim. Kucağımda bir bilgisayar. Kardeşim de diğer bilgisayarda. Öyle yani.
Yine de evimi özlemişim...
Son anda eklenen not: Şu an yediğim eriğin tadı kayısı gibi. O_O
Hot Tamale!
Herşey ikizcan'ımın beni facebook'ta bu videoda etiketlemesiyle başladı. O gün bu gündür, dilimden düşmez melodisi...
Tatil geldi. Kendimi boşlukta hissettim.
Böyle şaka maka derken (hayır, hiçbir zaman şaka maka demedim, lafın gelişi.) birden tatil oldu. Şaşkınlıklar içindeyim.
Gece üçte yatıp sabah birde kalkmayı özlemişim.
Ha, bir de ne diyeceğim? Annem Müge Anlı'nın programını izledikçe paranoyaklaşıyor. Ekmek almaya yollamadan önce iyice bakıyor bana, üstümde ne varmış, efendime söyleyeyim saat tam olarak kaçmış? Eğer kaçarsam(!) ya da kaçırılırsam saatin kaç olduğunu söylemesi gerekiyormuş. Seda Sayan'ı açık tutmaya çalışıyorum. Müge Anlı'yı izlemeye devam edersek karışık aile ilişkilerinden beynim patlayacak.
O gün ne vardı... İki çocuğu olan kızı, abisi para karşılığında satmış mıymış, neymiş? Kocası çıktı işte, abisi karımı sattı falan dedi.
Birinin de kocası Almanya'ya kaçmış. Daha bulamamışlar.
Sims 3 ne kadar eğlenceli ve entrikalı bir oyun?
Son zamanlarında daha da anlıyorum eğlencesini. Böyle yakışıklı bir evlatcağız yapmıştım ben, adı Benjamin'di. Sonra bu dünya çapında bir cerrah oldu. Saatine 600 dolar falan kazanıyordu. Hayattan istediği tek şey gerçekleşmişti.
Sonra ben bunu hizmetçisiyle evlendirdim. Bu kadın düzen falan hastasıydı, Benjamin'ime rahatlık olur dedim. Bunların iki tane çocuğu oldu. Sonra bunlar mutlu mutlu yaşarken entrikalar başladı...
Benjamin asfalta sıkıştı. Hala nasıl oldu anlamıyorum. Gözümün önünde açlıktan öldü. En sevdiğim sim'imin ölümü beni derinden sarstı. Kadın da o sırada hamile idi. İkiz doğurdu. Etti mi sana dört çocuk? Hepsi de ağlak şeyler. Evi pislik götürüyor. Benjamin'ciğimin karısıçıldırmak üzereydi çıldırdı. Ben bunu biraz dışarıda gezdireyim dedim. Parkta yaşlı bir adamla flört etmeye başladı. Zaten özelliklerinde vardı bu tarz şeyler.
Derken çocukları da götürdüler yurda. Geriye sadece kadın kaldı. Ben hala Benjamin öldü diye şok halindeyim.
Acıklı hikayeyi teyzeme anlattım. İçi acıdı. Sil o aileyi dedi. Sildim. Zaten o kadından da nefret ediyordum.
Aynı Benjamin'den bir tane daha yaptım.
Ama bu doktor olmak istemiyor. :(
Keşke hayat Sims'teki gibi olsa... Asfalta sıkışıp açlıktan ölmek dışında.
Yeni bir grup keşfettim, Chevelle diye. Adı her ne kadar bir araba adı da olsa şarkıları pek güzelmiş. -.-
Kardeşimle olan sevgi-nefret ilişkisi şu sıralar pek eğlenceli olmaya başladı. Canım istediğinde öpüyorum, canım istediğinde ısırıyorum.
Başta ısırıp yanağını kızatmak sonra da deli gibi öpmek çok eğlenceli oluyor. :D
Kim benim gibi ablasının olmasını istemez?
Çokomel'le eşek yaz, Çokomel'le aslan yaz.
Gel beraber yiyelim. Birlikte eğlenelim.
Şarkı sözleri yanlış olabilir ama çok fena takıldı aklıma.
Aklıma başka bir şey gelmedi şimdilik.
Öyle karman çorman bir yazı oldu.
Böyle havalı, havalı olmasa bile "normal" bir bitiş gelmedi aklıma.
Gece üçte yatıp sabah birde kalkmayı özlemişim.
Ha, bir de ne diyeceğim? Annem Müge Anlı'nın programını izledikçe paranoyaklaşıyor. Ekmek almaya yollamadan önce iyice bakıyor bana, üstümde ne varmış, efendime söyleyeyim saat tam olarak kaçmış? Eğer kaçarsam(!) ya da kaçırılırsam saatin kaç olduğunu söylemesi gerekiyormuş. Seda Sayan'ı açık tutmaya çalışıyorum. Müge Anlı'yı izlemeye devam edersek karışık aile ilişkilerinden beynim patlayacak.
O gün ne vardı... İki çocuğu olan kızı, abisi para karşılığında satmış mıymış, neymiş? Kocası çıktı işte, abisi karımı sattı falan dedi.
Birinin de kocası Almanya'ya kaçmış. Daha bulamamışlar.
***
Sims 3 ne kadar eğlenceli ve entrikalı bir oyun?
Son zamanlarında daha da anlıyorum eğlencesini. Böyle yakışıklı bir evlatcağız yapmıştım ben, adı Benjamin'di. Sonra bu dünya çapında bir cerrah oldu. Saatine 600 dolar falan kazanıyordu. Hayattan istediği tek şey gerçekleşmişti.
Sonra ben bunu hizmetçisiyle evlendirdim. Bu kadın düzen falan hastasıydı, Benjamin'ime rahatlık olur dedim. Bunların iki tane çocuğu oldu. Sonra bunlar mutlu mutlu yaşarken entrikalar başladı...
Benjamin asfalta sıkıştı. Hala nasıl oldu anlamıyorum. Gözümün önünde açlıktan öldü. En sevdiğim sim'imin ölümü beni derinden sarstı. Kadın da o sırada hamile idi. İkiz doğurdu. Etti mi sana dört çocuk? Hepsi de ağlak şeyler. Evi pislik götürüyor. Benjamin'ciğimin karısı
Derken çocukları da götürdüler yurda. Geriye sadece kadın kaldı. Ben hala Benjamin öldü diye şok halindeyim.
Acıklı hikayeyi teyzeme anlattım. İçi acıdı. Sil o aileyi dedi. Sildim. Zaten o kadından da nefret ediyordum.
Aynı Benjamin'den bir tane daha yaptım.
Ama bu doktor olmak istemiyor. :(
Keşke hayat Sims'teki gibi olsa... Asfalta sıkışıp açlıktan ölmek dışında.
***
Yeni bir grup keşfettim, Chevelle diye. Adı her ne kadar bir araba adı da olsa şarkıları pek güzelmiş. -.-
***
Kardeşimle olan sevgi-nefret ilişkisi şu sıralar pek eğlenceli olmaya başladı. Canım istediğinde öpüyorum, canım istediğinde ısırıyorum.
Başta ısırıp yanağını kızatmak sonra da deli gibi öpmek çok eğlenceli oluyor. :D
Kim benim gibi ablasının olmasını istemez?
***
Çokomel'le eşek yaz, Çokomel'le aslan yaz.
Gel beraber yiyelim. Birlikte eğlenelim.
Şarkı sözleri yanlış olabilir ama çok fena takıldı aklıma.
***
Aklıma başka bir şey gelmedi şimdilik.
Öyle karman çorman bir yazı oldu.
Böyle havalı, havalı olmasa bile "normal" bir bitiş gelmedi aklıma.
SON
Tarkan - Viking Kanı
Dün akşam gece geç saatlere gelirken (ya da bu sabah saat iyice "erkenleşmeye" başlarken) karşıma Tarkan Viking Kanı isimli bir... film çıktı. Üzerine fazla konuşmak istiyor muyum, pek emin olamıyorum. Ne var ki, filmde adı sıkça geçen korkunç, plastik ahtapottan söz etmek zorunda hissediyorum kendimi. Böyle, kıvrık kollarının altında mor diskleri, olan şu ana kadar gördüğüm en korkunç şeydi. Tuhaf gözleri falan vardı. Ben anlatmak için kendimi paralamadan resmini koyayım en iyisi.
Gece gece karşıma çıkan her görüntünün bende büyük bir travma yaratabileceği gerçeği bir yana, bu ahtapot ciddi ciddi psikolojimle tahtrevalli oynadı. Kardeşim "Şimdi Tarkan bu ahtapotun kafasını bıçaklayacak." diyince gülmeye başladık falan. Daha sonra su altında plastik kollarla uğraşan Tarkan'ın sarı iç çamaşırını gördük. Dedim sörvayvır'ı açayım, orada da Pascal var. Adam ciddi atarlanmıştı. Ama sonuna kadar izleyemedim çünkü o sırada 6 dakikalık araya giren Viking Kanı başlamıştı. Zor dönemler yaşıyorum televizyonla. Atlatacağız.
Öyle işte. Aslında sana çok şey yazacaktım çünkü uzun zamandır yüzüne bile bakmıyorum.
Nedense Viking Kanı sohbeti içimdeki isteği mahvetti.
Zaten kimyacımız liquid diye yazılıp muhtemelen likuid diye okunan şeye lüküğüt diyor. Onun yüzünden doğru düzgün konuşamıyorum.
Solubility'ye de sölübülütü diyor. Ama onun normal okunuşunu bilmediğim için hayatımın sonuna kadar sölübülütü diyeceğim.
Gece gece karşıma çıkan her görüntünün bende büyük bir travma yaratabileceği gerçeği bir yana, bu ahtapot ciddi ciddi psikolojimle tahtrevalli oynadı. Kardeşim "Şimdi Tarkan bu ahtapotun kafasını bıçaklayacak." diyince gülmeye başladık falan. Daha sonra su altında plastik kollarla uğraşan Tarkan'ın sarı iç çamaşırını gördük. Dedim sörvayvır'ı açayım, orada da Pascal var. Adam ciddi atarlanmıştı. Ama sonuna kadar izleyemedim çünkü o sırada 6 dakikalık araya giren Viking Kanı başlamıştı. Zor dönemler yaşıyorum televizyonla. Atlatacağız.
Öyle işte. Aslında sana çok şey yazacaktım çünkü uzun zamandır yüzüne bile bakmıyorum.
Nedense Viking Kanı sohbeti içimdeki isteği mahvetti.
Zaten kimyacımız liquid diye yazılıp muhtemelen likuid diye okunan şeye lüküğüt diyor. Onun yüzünden doğru düzgün konuşamıyorum.
Solubility'ye de sölübülütü diyor. Ama onun normal okunuşunu bilmediğim için hayatımın sonuna kadar sölübülütü diyeceğim.
Gözlük Buğusu~
Gerekli gereksiz her şeyi yazıyorum ya buraya, bunu da yazayım dedim. Bu sabah oldu bu. Taze.
Şimdi biz oturuyorduk peynirli kahvaltı masamızda. (Nutella yakınlarda olmadığı için dikkatimi çeken tek şey peynirdi.) Daha sonra herkesin kalın alt tabakası olan çay bardaklarının boş olduğunu fark ettim. Kendime doldurmaya yeltendim ancak üşendim. Yalan yok. Üşendim. Yoksa herkese doldurmam gerekecekti. Annemin sırf su kaynarken mavi ışık çıkıyor diye aldığı ağır demliği taşımak istemiyordum.
Ben kendimle bir iç mücadele veriyordum ki annem beni kurtardı.
"Hadi bebeğim. Bize bir çay koy da görelim." Çay koyarken görürse ne olacağını merak ederekten- bir yandan da homurdanarak - çaydanlığa ilerledim. Ama bu normal bir ilerleme değildi. Yürürken acı çekiyordum çünkü ayağım uyuşmuştu. (Sandalyeye bile bağdaş kurarak oturuyorum.)
Topallayarak, kendi deyimimle sürünerek ilerledim. Bir yandan da "off, ayağım..." şeklinde insanları huzursuz ediyorum.
"Hayır, gözlük camım buğulandı!" diye panikledim.
Eğlenceliydi bence. Ama gereksiz. Neyse.
Şimdi biz oturuyorduk peynirli kahvaltı masamızda. (Nutella yakınlarda olmadığı için dikkatimi çeken tek şey peynirdi.) Daha sonra herkesin kalın alt tabakası olan çay bardaklarının boş olduğunu fark ettim. Kendime doldurmaya yeltendim ancak üşendim. Yalan yok. Üşendim. Yoksa herkese doldurmam gerekecekti. Annemin sırf su kaynarken mavi ışık çıkıyor diye aldığı ağır demliği taşımak istemiyordum.
Ben kendimle bir iç mücadele veriyordum ki annem beni kurtardı.
"Hadi bebeğim. Bize bir çay koy da görelim." Çay koyarken görürse ne olacağını merak ederekten- bir yandan da homurdanarak - çaydanlığa ilerledim. Ama bu normal bir ilerleme değildi. Yürürken acı çekiyordum çünkü ayağım uyuşmuştu. (Sandalyeye bile bağdaş kurarak oturuyorum.)
Topallayarak, kendi deyimimle sürünerek ilerledim. Bir yandan da "off, ayağım..." şeklinde insanları huzursuz ediyorum.
Tam çaydanlığın alt kısmını eğmiş, teyzemin bardağına suyu dolduruyordum ki sıcak buharlar yüzüme hücum etti ve gözlüğümün buğulanmasına neden oldu. Artık hiçbir şey göremiyordum! Gözlük camlarımı silmek aklıma gelse de iki elimin dolu olduğunu fark ettim.
"Hayır, gözlük camım buğulandı!" diye panikledim.
Bir yandan da gözlüğümle telepatik bir iletişim içindeydik. Sözümü dinledi ve tüm buğusu gitti. :P Şaka şaka, gözlüğüm benimle konuşmuyor. Çünkü onu genellikle takmadığım için küstü. Bir de arada çerçevesi olmadığı için ezikliyorum onu.
"Altı üstü bir çay dolduracaksın. Başına gelmeyen kalmadı..."
Evet, birileri benim yaşadıklarımı fark etmişti.
Şimdi her şey ses tonunda bitiyor. Eğer teyzem bunu alaycı bir tonda söylemeseydi... hiçbir şey olmazdı. En fazla ters ters bakardım ve o bana baktığında hemen düzelmek zorunda kalırdım. Ama alaycı bir tonda söyledi ve güldük. Ne saçma şeylere gülüyorum diye düşünüyorum bazen. Mantıklı olsa gülemezdim ki, bir de o var tabii.
Eğlenceliydi bence. Ama gereksiz. Neyse.
Mutlu yıllar!
Sevgili popicim, grenouillecüm, Zezecim...
Bugün doğum günün.
Evet, bugün doğum günün.
Şok oldun değil mi?
İyi ki doğdun!
Sen bana Robert'ın elinde hepi börtdey yazılı bir karton tutttuğu resim koymuştun.
Kellan'la ancak bu kadar oldu.
Köşedeki "zeze" yi de ben yazdım.
Mükemmel olmuş değil mi?
Paint'te fotoşopumsu mükemmellikler yaratıyorum. :D
Tekrardan, iyi ki varsın.
(Not: ilk önce alt satıra indiğimi sanıp entera bastığım için daha ben bir şey yapamadan yayınladı. Neyse, ama sen bunu oku.)
Üçgen
Kimya hocası arkada konuşan üçlüyü "üçgen" yapacakmış.
Bir an sinirle söyledi ve haliyle ortaya çok da mantıklı olmayan bu cümle çıktı.
Arkada konuşan üçlü değildik, hatta üçlü bile değildik ama sıra arkadaşımla üstümüze alındık.
"Aman Tanrım! Üçgen olacağız!"
Sonra güldük.
Öğretmen "Bunu şimdi ayrıntılı düşünmeye gerek yok." dediğinde cümlesini "yoksa bizi üçgen yaparsınız." diye tamamlayıp pıh-pıh güldük.
Her lafından sonra bir üçgeni mutlaka ekledik yani.
Ve ortaya çok eğlenceli, üçgen bir ders çıktı.
Aslında sadece bir üçgen.
Bu kadar eğlenmek ne kadar normal bilmiyorum.
Neyse.
Uzun zamandır yazmadığım için kendimi yazmaya zorladım ve böyle bir şey oldu.
Son cümleyi yazamıyorum.
Bir an sinirle söyledi ve haliyle ortaya çok da mantıklı olmayan bu cümle çıktı.
Arkada konuşan üçlü değildik, hatta üçlü bile değildik ama sıra arkadaşımla üstümüze alındık.
"Aman Tanrım! Üçgen olacağız!"
Sonra güldük.
Öğretmen "Bunu şimdi ayrıntılı düşünmeye gerek yok." dediğinde cümlesini "yoksa bizi üçgen yaparsınız." diye tamamlayıp pıh-pıh güldük.
Her lafından sonra bir üçgeni mutlaka ekledik yani.
Ve ortaya çok eğlenceli, üçgen bir ders çıktı.
Aslında sadece bir üçgen.
Bu kadar eğlenmek ne kadar normal bilmiyorum.
Neyse.
Uzun zamandır yazmadığım için kendimi yazmaya zorladım ve böyle bir şey oldu.
Son cümleyi yazamıyorum.
SON
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)